Bir varmış...
BİR VARmış ve hep VAR olacakmış...
Bu Bir'in diyarında, laf bu ya... Bilinç adında bir bilge, Bilgi adında bir dede, Işık adında bir gölge, Işın adında bir kılınç*, Hayat adında bir haylaz, Yaşam adında bir kaz, Sevgi adında bir çiçek, Aşk adında bir bebek, Selam adında bir hayta, Merhaba adında bir kelam, Kamil adında bir adam yaşarmış.
Tüm bunların evi bir ve balçıktan, damları kılçıktan, yurtları da horasanmış**.
Bilgi dede her gün tarlasında çalışır, köylü dostlarına sataşır, gözünün ucunu ufka taşır, hep sorar, hep konuşur, hep duyar, hep dinler, çabasına deneyim, deneyimine çaba kata kata ilerlermiş...
Kendince olgunlaştırdığı meyvelerini Bilinç'in kümesinde eşelenen tavuklara yem olsun diye seve seve Bilinç'in damına saklar, sıklıkla da gider yoklarmış.
Bilinç tüm diyarlardan ona getirilenleri toplar kimini diğerininkiyle katlar, bazılarını ara ara yoklar, servetine servet katarken cömertçe, yüzü gözü sevinç içinde önüne gelene tekrar yollarmış.
Işık her daim hazırda, can yoldaşı Işın ile iş başında, bıkmak usanmak bilmeden diyarlardan yurda, yurttan diyarlara... insandan yavruya, yavrudan yuvaya... her yere her daim koşarmış.
Işın, Işık dostu ile paket paket topladıklarını bilge Bilinç'e getiredururken aynı anda Bilgi dedenin hikayelerini, deneyimlediklerini, anlattıklarını, aktardıklarını, bazen de bire bin katıp süslediği masalları hep duyar hep duyarmış...
Tüm bunlar olur biter... yeniden bitip olurken, Hayat çıkmış ortaya! Başlamış evin bir köşesinde haylaz haylaz pineklemeye, yiyip içip, kubura*** gitmeye!
Niye?
Bilinmez deme!
Bilemedim de!
Hayat, az bi soluklanınca dikilir sonra yeniden yatağa düşer, döner döner dururmuş. Hazırdan aşı önünde; midesi tok, közü elinde; sırtı tok, hamağı belinde; keyfi çok... soluklanır dururmuş evde...
Kümesin ön cenabında bekleyen Yaşam ise Hayat'a imrenir, imrenirken eşelenir, büsbüyük kanatlarını görmezden gelip havada uçan, karada koşan, suda da yüzen olabilmenin keyfini çıkartmak yerine gagasını silaha çevirmenin fırsatını kollarken, can dostları ile, sevgili ailesi ile, yepyeni diyarlara uçmak yerine çiftlikte kalabilmenin yollarını ararmış.
Çiçeğimiz Sevgi de tüm bunlar olup biterken ilkbahar - yaz, sonbahar - kış demeksizin her hava şartında, Hayat hoyratça üzerinde bassa da, Yaşam inadından tepinip dursa da renklerini sunmak için insana, açar açar açarmış, durmamaca. Meltemle yarenlik eder, kokusunu salarmış, Işın'a göz kırpar öpücüklerini onun sırtında dört bucağa yollarmış, kollarını açar yağmuru kucaklar, çiy damlalarına özünü sunar, güneşle Işık'a katarmış, kuşlar cıvıldarken içlerine çeksinler, arılar kokusuna gelsinler diye hep nefesini salarmış, Bilinç ile beraber, cömertliği bonkörlük görmez, verdikçe verdikçe alacağını, verdikçe - aldıkça çoğalacağını bile hissede yaşar, yaşar, hep yaşarmış. Yaşarsa yaşatacağını hisseder, yaşattıkça coşar, coştukça açarmış, bire bin kata kata tohumlarını saçar, hep tozarmış.
Anlayacağınız üzere Bilinç ile Sevgi muhteşem bir ikili; yaşama yaşam katarlarmış.
Bir an gelmiş!
Nasıl gelmiş?
Bu sorunun cevabını bırakalım bir başka mesele... Nasıl muhteşem bir alana doğduğunu anlayamayan Aşk başlamış ağlamaya. Sevginin yüreği acımış, boynu bükülmüş, kırılmış, gönlü kararmış adeta... Bilincin gözü dönmüş, kalbi donmuş adeta... Aşk bebek ağladıkça ağladıkça Işık durmuş, Işın yorulmuş, Hayat zaten haylaz... ama Yaşam korkmuş, nefesini tutmuş, kalmış oracıkta.
Selam çıkmış o sırada ortaya, başka diyarlardan gelirim ben, uzun yoldan döndüm geldim ben derken Selam... selam ... diyerekten girmiş yeniden yurdun içine!
Öylesine bir telaş ve karmaşa varmış ki ortalıkta Aşk'ın ağlaması susturulamayınca dağlanan yüreklerden kana karışan acı ile, kimse dikkat etmemiş Selam'ın selamlarını geri vermemesine!
Bir tek Sevgi "merhaba" demişse de Selam almamış Sevgi'nin merhabasını içine, duymazdan gelmiş kendince, kendi önemli de Sevgi kim ki bu evde, yeri yok onun nezdinde. Ne de olsa yolundan dönmüş Selam, gelmiş gerisin geriye, ne aş kalmış ne kaş onun evinde. Çocukları donmuş buz kestiren soğuğun eşliğinde, merhaba bir kelam imiş anlamı her neyse, düşünecek değil ya üstüne...!
Kamil izlermiş uzaktan, dertli ise de duyduklarından, bana dokunmayan bin yaşasın demiş bir an. Dönmüş Selam'a sırtını, gömmüş başını, kaldırmış kılıcını, sardırmış alanını, yıldırmış Yaşam'ını... bir an kadar kısa, bin an kadar yaşa, gerisine de karışma demiş adıyla aklına. Kesmiş bağını anakarayla.
Masal da burada bitmiş, Kamil insan ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine derdim bir mutlu son olsaydı burada. Oysa esas hikaye başlamış bundan sonra; anlayana...
Kesilince anakara ile bağ, bağlantı; durunca, donunca sistem, değirmen dönmeyince, çark işlemeyince... nefes kesilince, karanlık gelince...
Bilinç, Bilgi, Işık, Işın, Hayat, Yaşam, Sevgi, Aşk, Selam, Kamil ve dahası, adını sayamadığım niceleri göçmüşler evlerinden girmişler DÜNYA denen bir deliğe. Dünya'da var olabilmek için 2 göz, 2 kulak, 1 burun, 1 ağız gerekmiş her şeyden önce; onlar da girmişler birer bedene... Kimi olmuş kara gözlü yağız delikanlı, kimi olmuş sarışın bir afet, kimi olmuş zayıf kara kuru, kimi olmuş etli butlu, kimi olmuş kısa saçlı, kimi olmuş upuzun sırmalı, kimi olmuş sürmeli, kimi olmuş façalı... Bölünmüşler, çoğalmışlar. Çoğalmışlar, dağılmışlar. Dağılmışlar, düşmüşler arta arta. Olmuşlar millet sanılan ya... ülkeler olmuş sınırlarıyla, bayraklar olmuş renk sandıklarıyla... Hepi topu 3-5 karakter olmuş sana milyarlarca... dağılmışlar dünyaya taşıdıkları karalarla!
Gel zaman git zaman nefes alınmaz olmuş Dünya'da, göz gözü görmez olmuş, karanlık hakimiyet sürer olmuş. Bilinçten geriye kara bir taş, Sevgiden geriye sevda ile yaş, Işık'tan geriye kırık tarak, Işın'dan geriye bozuk plak, Aşk'tan geriye cıyak kalmış, hal böyle olunca Kamil kalakalmış bir başına, çukur sandığında. Öylesine unutmuş, öylesine unutmuş ki kendini, Dünya deneni gerçek evi, kendini 2 elli, bir belli sanmış.
Selam da unutmuş adının anlamını, yitirmiş adeta benliğini, dumur etmiş kendini. Niye mi? Dönüp geldi ya tersine tersine! Gelince döne döne tersine kangren olmuş adeta uzuvları, kan almaz olmuş dokuları, düğüm olmuş damarları...
Kan gitmeyince beynine bir an'da, gözü kararmış o an'da . Almış Işık'ın atını, katmış koluna avradını, sallamış kılıcını, başlamış koşturmaya, meydan kalmış bir başı bozuğa...
Ahh ahh daha neler neler olmuş da... Aşk aşk olamamış hâlâ. Ağır geliyor yavrucağa, bir devi yutmuş adeta, nasıl der ki "hatalıydım ben ağlamamalıydım oysa, yaşamak ne güzelmiş aslında"... Bir dese, ahh bir dese, keşke bir diyebilse, dayısı, teyzesi, amcası, halası, dedesi, ninesi, ablaları, abileri ... hazır onu bağırlarına basmaya. Bağışlandı çoktan ama, AŞK affedebildi mi dersiniz kendini?
Büyütebildi mi dersiniz kendini?
Çözebildi mi dersiniz düğümü?
Temizleyebildi mi dersiniz önünü?
Hadi ama!!! Tüm suçu da atmayalım Aşk'a. Kamil nerede? Ya Yaşam, o ne yapar?
Sorar mısınız acaba, sizin içinizde kimler yaşar? Bilinç, Bilgi, Işık, Işın, Hayat, Yaşam, Sevgi, Aşk, Selam, Kamil ve niceleri ... hepsinden var mı sizde? Yoksa siz biri misiniz gelen bu Dünya denen eve, giren insan bedenine?
Yoksa yoksa hepsi birlikte sizde de, siz mi sanırsınız kendinizi hâlâ; kanlı canlı, ölümlü canlı, Ayşe... Fatma... Hasan... Hüseyin... Ecmel... Emel... Betty... Coni... Henry... Hilary... ? ??
Laf buya diyelim, gülüp geçelim, geçerken giderken dersimizi görelim, Hayat değil de Yaşam olmayı bilelim.
Selamlıyorum sizi sevgimle
Firdes Ebru'dan aktı geldi öylesine, sağolun dostlar okudunuz işte, bir bilmece bildirmece...
İstanbul denende, 16.2.2025 bilinende
*Kılınç sözcüğü Eski Uygurca metinlerde sıklıkla kullanılmıştır ve “iş, eylem, amel” anlamı taşımaktadır.
**Horasan sözcüğü tuğla ve kiremit tozlarının kireç ve suyla karıştırılmasıyla elde edilen bir yapı harcı ve Farsça "Güneşin yükseldiği yer" anlamlarına gelir.
***Kubur Arapça ḳbr kökünden gelen ḳubūr “çukurlar, mezarlar” sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Arapça ḳabr “çukur, mezar” sözcüğünün fuˁūl vezninde çoğuludur, günümüzde kubur halk dilinde tuvalet deliği ve bu deliği lağıma bağlayan boru anlamında kullanılır.
****Hayta Osmanlıların ilk dönemlerinde eyalet askerlerinin uç boylarında görevli sınıflarından biri manasındadır ve mecazi olarak külhanbeyi, kabadayı, serseri anlamlarında kullanılır.