31 Aralık 2014 Çarşamba

MUTLU YILLAR:)


Gerçeklerin büyüsünde,
Kendin için yarattığın yeni dünyana adım attığın,
Yüksek benliğinle buluştuğun,
Işıldayan hayatınla ışık olduğun, 
Sevgi olduğun,
Bolluk ve bereket içinde, coşku içinde
Harika bir yıl diliyorum, sana, bana; BİZ'e
Yürek dolusu sevgimle,
Ebru Tolan Karahasanoğlu

30 Aralık 2014 Salı

UYANIŞ

ESAS ŞİMDİ ÇIKIYORUZ YOLA! 
Hiçbir şey eskisi gibi değil!
Ne alışkanlıklarımız, ne yaşantılarımız, ne duygularımız ne de düşüncelerimiz aynı artık!
İyi mi, kötü mü diye değerlendirmiyorum sadece farklı olduğunu görebiliyorum, siz de görüyorsunuz eminim.
Dünyamız değişiyor, değişirken büyüyor… O kadar çok enerji akışı var ki dünyamıza, her saniye genişliyor adeta.
Siz buna ister değişim çağı deyin, ister aydınlanma çağı isterseniz de benim gibi sonun başlangıcı deyin, ne fark eder? Önemli olan bunu yaşıyor olduğumuz; şu an!
Bir süredir o iki gözünüzle gördükleriniz yetmiyor olabilir size de?!
Midesinde kelebekler uçuşanlar, yüreği pır pır çarpanlar, bir dolu sözcüğü ağzından bir türlü çıkartamayanlar olabilir?!
Bilin ki hepsi normal, yalnız değilsiniz ve farklı ve hastalıklı da değilsiniz. Sadece uyanıyorsunuz! Bu yeni çağa, yeni düzene uyanıyorsunuz. Çünkü hepiniz bir anlaşma yaptınız gelirken bu hayata.
Ne anlaşma yaptığınızı bilememekten, yeterince vakit varken anlayamamaktan korkanlarınız var, biliyorum. Ama güvendesiniz. Yüce Yaradan ki bu anlaşmayı sizinle yapan, size güvendiğine göre, siz de kendinize güvenin.
Sadece önce niyet sonra da biraz çaba gerekiyor onu çıkartmak için ortaya.
Şimdi geçin bir aynanın karşısına ve bakın gözbebeklerinizden taa içeriye, kendi özünüze bakın. Sonra bir elinizi gözlerinizin arasına götürün, bir elinizi de tam göğsünüzün ortasına, avuçlarınızdan akan enerjiyi tüm bedeninizle hissedin ve biraz bekleyin öyle…
Bunca yıldır dünyayı sadece o 2 gözünüzle gördünüz ya, bundan sonra 2 gözünüz daha olduğunu hatırlayın!
Bu dünyanın da ötesini göreceğiniz 3.gözünüzle, içinizi, yüreğinizi, benliğinizi göreceğiniz gönül gözünüz olduğunu hatırlayın!
Sonra niyet edin; yaşam amacınızı hatırlamaya!
Çocukken oynadığınız oyunların içinden size en zevk verenini düşünün mesela, hayat boyu en iyi yaptığınız işleri düşünün. Arkadaşlarınızın, dostlarınızın sizi neyle andığını, lakaplarınızı düşünün mesela.
Herkes “şifacı” olmayacak ya da herkes “ruhani lider”. Siz belki de yüzündeki solmayan gülümsemeyle “neş’e kaynağı”sınız dünyanızın. Belki de “el veren”isiniz tüm ailenizin, kim bilir belki de “lezzetçi başı”sınız… Neler biriktirdiniz bu hayatta onları düşünün. Hayat sizin karşınıza “tesadüfen” neler çıkarttı bir hatırlayın…
…ve sakince bir süre zihninizi açın tüm gelen düşüncelere, duyacaklarınız olabilir; dinleyin, gözünüzün önüne gelen hatıraları, manzaraları canlandırın, izin verin aksınlar…
Sonra…sonra; alın elinize bir kağıt kalem ve yazın; ben ……(adınız soyadınız) …yıllık hayatım boyunca hep …şunlara ilgi duydum, hep karşıma ….şunlar çıktı, bana hep ….şöyle dediler…. Diye yazın dilerseniz.
Kim bilir belki de aslında ne çok yeteneğiniz ve donanımınız olduğunu keşfetme günü bugündür!
Önemseyin, önce kendinizi sonra keşfettiklerinizi, onlar boşuna verilmedi size. Bugünlere hazırlıktı hepsi. Şimdi onları kullanma zamanı. O zaman geldi, yaşam amacınızı, gerçek yaşam amacınızı ortaya çıkartma zamanı geldi.
Hayat toz pembe bulutların içinde sunulmamış olabilir size; o zaman sizi nelerin zorladığını hatırlayın. Tüm o acıların, kederlerin, sonların, yıkımların size aslında neler kazandırdığını bir düşünün. Hatta en büyük acıları, en derin travmaları tam da bugünlerde yaşıyor olabilirsiniz; üst üste gelen kayıpları, boşanmaları, bitişleri, çöküşleri, ayrılıkları….. derin uykusundan hiç uyanmak istemeyen bir ergen gibi düşünün o zaman kendinizi. Uyandırılmaya çalışılıyor olduğunuzu hissedin ve açın artık gözlerinizi!
Derin bir nefes alın, bir bebeğin doğum anı gibi! Derin bir nefes ve yeniden doğun; kendi içinize!!!
Önemseyin, size verilen bu hayatı önemseyin ve yeniden doğun, şimdi!
Yaşam amacınız sizi esas gülümsetecek olandır, buna güvenin, ilahi olana güvenin, yüce Yaradan’ın sevgisini hissedin ve açın kapıyı, esas şimdi yola çıkıyoruz !!!
Sevgimle
Ebru Tolan Karahasanoğlu
İstanbul, 30.12.2014




28 Aralık 2014 Pazar

YENİ YILI KARŞILAMADAN ESKİ YILI UĞURLAMAK

Günaydın:)
Küçük kızım 10 gün önce "gün" saymaya başladı, cumartesiden beri de "saat" sayıyor yeni yıla:))) Düşünüyorum da ben de çocukken ne büyük heyecan duyardım yılbaşı arifelerinde... hatta param olmazdı, kimse de benden beklemezdi ama ben tipi tip karikatürlerinden, hediye paketi rafyalarından, evde bulabildiğim artık malzemelerden tüm aileme hediyeler yapardım. O zamanlar aile büyükleriyle kutlardık yeni yılı, 12-14 tane paketcik hazırlardım kendimce, o kadar uyduruk kaydırık şeyler olurdu ki kimse önemsemezdi bile. Ama ben yine de her yıl yapardım, hiç de bozulmazdım önemsemediler diye... İçimde öylesine büyük bir coşku, öylesine büyük bir sevgi olurdu anlayacağınız... Hala yok mu var, Allah'a şükürler olsun.

Sizin de yeni yılın son saatleri böyle coşkuyla, heyecanla geçsin, haftanız güzel başlasın, mükemmel devam etsin.   Yüreğinizdeki çocuk uyuyorsa uyansın, uyanıksa şahlansın. Küçücük niyetleriniz kocaman sevinçlere dönüşsün. Esen rüzgardaki coşkuyu hissedin, bulutlardaki gülen yüzleri, temizlenen ruhları hissedin ve yeni yılı sevgiyle kucaklamaya hazırlanırken önce eski yılı şükranla uğurlayın! Sizi siz yapan yolda tüm imkanlarını ve enerjisini size verdiği için eski yılda yaşadığınız her bir olayı, karşılaştığınız her bir insanı... sevgiyle anın ve sevgiyle uğurlayın. Yer açın hayatınızda yeni deneyimlere ve gülümseyerek kabul edin size doğru gelen her ne ise, emin olarak, olanın sizin en büyük hayrınıza olduğunu bilerek.
Sevgimle
Ebru Tolan Karahasanoğlu

26 Aralık 2014 Cuma

ZİRVEYE GİDEN KIVRIMLI YOL

Aydınlanma dediğin yüksek bir zirveye giden kıvrımlı yol gibidir! Önce çıkmaya niyet edersin.
Sonra dura dura ağır ağır döne döne çıkarsın.
Kimi zaman durur soluklanırsın.
Geri dönmeyi düşündüğün olur ve kendine kızdığın; niye çıktım bu yola diye.
Ama her bir adımda o kadar temizlenmiş, hafiflemiş hissedersin ki kendini asla geri dönmek istemezsin.
Yavaşlasan da zaman zaman, duraklasan da ara ara hep çıkarsın, hep çıkarsın.
…ve bir gün zirveye ulaştığında şükredersin Allah’ına seni sen yaptığı için, seni bu yola sokan tüm zorlukları karşına çıkardığı için!
…ve ne çok sevildiğini anlarsın.
Yüzündeki gülümseme ruhundan gelir ve hiç bırakmaz o andan itibaren seni.
Kalbindeki sevginin kocaman olduğunu hissedersin, sığmaz taşar artık tüm zamanlara ve tüm mekanlara; akar, akar, akar…
…ve sen içinden geçip akan bu sevgiyle kocaman olursun; büyürsün, büyürsün, büyürsün.
O AN sen ve onlar olmaz! Tüm evren BİR olur; akar, akar, akar…
ŞÜKÜRLER OLSUN.

Bu yazı Ebru Tolan Karahasanoğlu tarafından 26.12.2014 saat 13.30 itibariyle İstanbul’da kaleme alınmıştır. 

24 Aralık 2014 Çarşamba

KENDİ MUCİZENİ YARAT!


Ne tuhaf varlıklarız değil mi?
Gözümüzle görmeden inanmayız diyoruz ama görmek için bakmıyoruz!
Kulağımla duymadan olmaz diyoruz ama duymak için dinlemiyoruz!
Yaşamadan bilemem diyoruz ama yaşadıklarımızı anlamlandırmıyoruz!
Gerçekliğin kendi içimizde olduğunu, sadece ve sadece kendi özümüzden geleceğini biliyoruz sanki ama içimize hiç bakmıyoruz!!!
Ne engelliyor bizi?!?!
Kolaya mı kaçıyoruz acaba? Zorlukların Allah’tan, sinsiliklerin, ihanetin, zulmün … insanlardan geldiğini düşününce daha mı kolay oluyor hayat?!?!
Acıları hep başkaları üzerinden yaşayınca; haksızlık eden baba, kayıran anne, şanslı kardeş, hor gören patron, ihanet eden eş, yalancı arkadaş, haset komşu…ay sahiden hayat çok zor ya demek daha mı kolay geliyor ?!?!
Acıyı da dışarıda arıyoruz, mutluluğu da? Hüzün kaynağı da onlar, sevinç kaynağı da?
Burada bir tuhaflık yok mu sizce de?
İçindeki hazinenin üstünü örten tortular olmasın onlar? Bir bir sağa sola süpürsek onları, dağıtsak tozu, dumanı?
İçimize dönme zamanıdır şimdi, acıları da güzellikleri de kendi içimizde yarattığımızın farkına varıp güzeli, iyiyi, mutluluğu, sevgiyi SEÇME zamanıdır şimdi. 
Dün bitti, gitti, yarın belki hiç olmayacak. Bugüne var mısın?
Yürekten sonsuz sevgimle hadi, o gün bugün! Artık bekleme!
Ebru Tolan Karahasanoğlu

21 Aralık 2014 Pazar

KALBİNİZİN SESİ


Bugünlerde gelip giden size itiraflarda mı bulunuyor, yoksa sizin içinizde bir itiraf edesiniz mi var!?!
Aynanın karşısına geçip “ben”inizle yüzleşirken mi buluyorsunuz kendinizi?!?
Durup dururken ağlama krizleriyle ya da iç bunalmasıyla gelen hesaplaşmalar mı var beyninizin içinde!?!
Belki biri, belki hepsi ve belki daha fazlası…emin olun çok normal. Bilin ki yalnız değilsiniz ve çaresiz de!
İçinizdeki merhamet duygularının çoğalmasına izin verin; en başta kendinize şevkat gösterin.
İçinde bulunduğumuz günler akıl ile mantığın, duygu ve hislerimizle dengelenmesi için yoğun enerjiler barındırıyor çünkü…
Kalbinizin sesini dinleme ve dengeyi bulma zamanı, sevgiyle…
Ebru Tolan Karahasanoğlu

20 Aralık 2014 Cumartesi

KİTAP ÖNERİLERİ GÜNCELLENMİŞ VE GRUPLANDIRILMIŞ ARALIK VERSİYONU

BEDEN & ZİHİN & RUH GELİŞİMİ İÇİN KİTAP ÖNERİLERİ
BEDENSEL ŞİFA İÇİN ÖNERİLER
ŞİFA SENDE        DR.ERHAN ÖZER              DOĞAN EGMONT
TOKUZ AMA AÇIZ            DR.AYŞEGÜL ÇORUHLU                                 DOĞAN EGMONT
ALKALİ DİYET     DR.AYŞEGÜL ÇORUHLU                                 OKUYAN US
7’DEN 70’E TAŞ DEVRİ DİYETİ     PROF.DR.AHMET AYDIN               HAYY
DUYGU ŞİFRESİ                                 DR.BRADLEY NELSON    OMEGA
KOLESTEROL GERÇEĞİ                   DR.UFFE RAVNSKOV                      HAYY

ROMAN/GERÇEK ÖYKÜ GRUBUNDAN ÖZEL ÖNERİLER
SONSUZLUĞUN MESAJI                MARLO MORGAN            DHARMA
BİR ÇİFT YÜREK                                MARLO MORGAN            DHARMA
İYİLİK BUL İYİLİK YAP      CATHERINE RYAN HYDE                KURALDIŞI
TANRI DAİMA TEBDİL-İ KIYAFET GEZER                 LAURENT GOUNELLE      PEGASUS
MUTLU OLMAK İSTEYEN ADAM                 LAURENT GOUNELLE      PEGASUS
AŞKIN GÖZYAŞLARI        SİNAN YAĞMUR               KARATAY AKADEMİ
AT ÇOCUK           RUBERT ISAACSON         BİLGE KÜLTÜR
BEBEĞİMDİ MELEĞİM OLDU        GÜL YALÇINKAYA            SINIR ÖTESİ

ZİHİNSEL ŞİFA VE KİŞİSEL GELİŞİM İÇİN ÖNERİLER
DİNGİN SAVAŞÇI             DAN MILLMAN                 …ÖTESİ
SUBLIMINAL İŞGAL         SEFER DARICI                    DESTEK
GEÇMİŞİN HİPNOZUNU BOZMAK             DR.BÜLENT URAN           GELİŞİM YOLCULUĞU
EFT İLE İYİLEŞİN İYİLEŞTİRİN        DR.BÜLENT URAN&PSK.DNŞ.NİLGÜN ÇALIK       GÜN
EVRENDEN TORPİLİM VAR          AYKUT OĞUT    DHARMA
KALP ÇARPAR BEYİN BÖLER        YANKI YAZGAN                                KAPİTAL
GÜVENLİKTEN KAÇIŞ     RICHARD BACH                                EPSİLON
ASLA YALNIZ YEME         KEITH FERRAZZI               MEDIACAT
OLAĞANDIŞI YAŞAMLAR              JAMES L.& CAROL GRANT GOULD            TÜBİTAK
LİMİT SİZSİNİZ                   MÜMİN SEKMAN             ALFA
SİMYACI              PAULO COELHO               CAN
YAŞAMAK, SEVMEK VE ÖĞRENMEK        LEO BUSCAGLIA               İNKİLAP
SEVGİ    LEO BUSCAGLIA               İNKİLAP
BİRBİRİMİZİ SEVEBİLMEK             LEO BUSCAGLIA               İNKİLAP
AZ SEÇİLEN YOL                D.M.SCOTT PECK             AKAŞA
SEVME SANATI                                ERICH FROMM                  SAY
YARATICI İMGELEME      SHAKTI GAWAIN             AKAŞA
MUTLULUK SANATI         DALAI LAMA/HOWARD C.CUTLER, M.D                                DHARMA
BEYNİNİZİN SINIRLARINI KEŞFEDİN        SIDNEY FRIEDMAN         NOKTA KİTAP
HATIRLAMA CESARETİ                   GISELE&JACGUES ANTOINE        GALATA
PSİKOLOJİK SAVAŞ         PROF.DR.NEVZAT TARHAN         TİMAŞ
İNANÇ DA SEVGİ DE AKLIN YOLUNU İZLEMEZ     HERMANN HESSE            AFA
HİÇ BİR ŞEY RASLANTI DEĞİL      RICHARD BACH                                ARKADAŞ
BİR         RICHARD BACH                                ARKADAŞ
MARTI RICHARD BACH                                ARKADAŞ
MAVİ TÜY           RICHARD BACH                                ARKADAŞ
HER ŞEY YOLUNDA          LOUISE L.HAY&MONA LISA SCHULZ        AKAŞA
İŞ HAYATINDA MUTLULUK SANATI          KUTSAL DALAI LAMA&DR.HOWARD C.CUTLER   KLAN
CENNETTE KARŞILAŞACAĞINIZ BEŞ KİŞİ                MITCH ALBOM                  ALTIN
ALLAH DE ÖTESİNİ BIRAK             UĞUR KOŞAR     DESTEK
MÜMKÜN           NURDOĞAN ARKIŞ         FİNAL
YIKA BEYNİNİ    M.BARIŞ MUSLU              GOA
DÜŞÜNCE GÜCÜYLE TEDAVİ        LOUISE HAY        ALTIN
EFT İLE MUCİZEVİ İYİLEŞME NICK ORTNER KORİDOR
ZİHİNSEL VE RUHSAL  GELİŞİM İÇİN ÖNERİLER
YOL        METİN HARA     DESTEK
DUA VE ZİKİR     AHMED HULUSİ                KURANİSTEORG
MEVLANA           İSKENDER PALA               KAPI
MESNEVİ’DEN HİKAYELER           RECEP KİBAR     KIRKAMBAR
ÖFKE DANSI DR.HARRIET LERNER VARLIK
NİYET DENEYİ LYNNE MC TAGGART  BUTİK

RUHSAL GELİŞİM İÇİN ÖNERİLER
TANRI İLE SOHBET (SERİ 1-4)      NEALE DONALD WALSCH             …ÖTESİ
DOĞMADAN ÖNCEKİ HAYATIMIZ            DR.HELEN WAMBACH   RM YAYINLARI
DÜNYANIN SIRLARI VE GİZEMLERİ           SYLVİA BROWNE             GOA
KEHANETLER     SYLVİA BROWNE             KLAN
RUHLARIN YOLCULUĞU                MICHAEL NEWTON         EGE META YAYINLARI
İNDİGO ÇOCUKLAR         LEE CARROLL&JAN TOBER           AKAŞA
KRYON BİTİŞ ZAMANI                    LEE CARROLL     AKAŞA
ÖLÜMÜN ÖTESİ                DOLORES CANNON        AKAŞA
SPİRİTUEL YASALAR        DIANA COOPER               MAYA
ÖTE DÜNYADA YAŞAM                 SYLVIA BROWNE             DHARMA
MELEKLERDEN MESAJLAR            DIANA COOPER               MAYA
İNSANIN PİN KODU        DOUGLAS FORBES           KLAN
EZOTERİK ŞİFA  KERİMALİ DOĞACI         SINIR ÖTESİ
SIRLAR KİTABI   DEEPAK CHOPRA             OMEGA
RUHUN ANATOMİSİ       CAROLINE MYSS, PH.D.                                BUTİK
ŞİFACI                  ADAM                  GÜN
PSİŞİK KORUNMA           FADİME ÇELİK   META
GEÇMİŞ YAŞAMLARI İYİLEŞTİRMEK          ROGER WOOLGER           RUH VE MADDE
AURA GİZEMLERİ             NURAN BUDAK AKREI                   KAFEKÜLTÜR
HATIRLANAN BEŞ YAŞAM            DOLORES CANNON        GOA
İLAHİ REHBERLİK              DOREEN VIRTUE              AKAŞA
YÜKSEK BENLİĞİNİZ OLABİLİRSİNİZ         SANAYA ROMAN             AKAŞA
MELEKLERLE YAŞAMAK                                BEKİ İKALA ERİKLİ            GOA
MELEKLERİN GÜCÜ         BEKİ İKALA ERİKLİ            GOA
BİR MEDYUMUN MACERALARI                  SYLVİA BROWNE             DHARMA


İLERİ SEVİYE / SINIR ÖTESİ ÖNERİLER
M.S. 2150            THEA ALEXANDER           AKAŞA
İLAHİ NİZAM VE KAİNAT              BEDRİ RUHSELMAN        MTİAD




19 Aralık 2014 Cuma

YENİ GÜNE UYANABİLMEK


Her yeni güne uyandığınızda şükredin. Dünyadaki tüm olumsuzluklara rağmen güneş doğuyorsa şükredecek en az 1 nedeniniz var demektir ve bunu görebilmek sizi daha iyi, daha güzel yeni bir güne hazırlamak içindir. İçinizdeki iyiliği ve aydınlığı; sonsuz sevgiyi gördüğünüz sürece bir gün sonrası hep daha da güzel olacaktır.
Sevgiyle yazılanlar sevgiyle paylaşılmak içindir…

Ebru Tolan Karahasanoğlu

18 Aralık 2014 Perşembe

NEGATİF İYON ENERJİSİ


Bedensel sağlık yazı dizisinin ilkinde toprağın enerjisini nam-ı diğer manyetik enerjiyi dilim döndüğünce anlatmaya çalışmıştım.
Şimdi sıra havanın enerjisine geldi.
Aslında her şeyden önce “negatif iyon” nun  ne demek olduğunu çok basit sade bir kimya bilgisiyle vurgulamak istiyorum zira negatif kelimesinin herkesin yaşanmışlıkları nedeniyle son derece itici, sevimsiz ve olumsuz bir etki yarattığının farkındayım. Oysa anlamını öğrenince eminim siz de onu çok seveceksiniz!
Negatif iyon, bir atomun fazladan bir (-) elektronunun olması durumuna verilen isimdir aslında. Sadece havada değil su moleküllerinde de benzer durum olduğunda aynı isimle anılmaktadır. Ama bugün özellikle konumuz hava. İster hava, ister su, isterse besin maddesini oluşturan atomlar olsun, negatif iyon formunda oldukları sürece “antioksidandırlar”!!!
Tanıdık bir kelime bulduk, ne güzelJ Malum antioksidanlar son yıllarda çok moda ve sürekli gündemimizde.
Peki sürekli soluduğumuz hava bir antioksidansa neden olumlu etkilerini görmüyoruz diye aklınıza geldi mi?
Eğer siz böyle bir soruyu soruyorsanız ben de size şunu sormak istiyorum, soluduğunuz hava da yeterli negatif iyon olduğunu da nereden çıkartıyorsunuz?
Ahh keşke olsa…
Detaylara şuradan inelim: En kötü gününüzde, her şeyin ters gittiği, sevgilinizin sizi terk ettiği, en önemli dersten çuvalladığınız, ailenizden sevdiğiniz biriyle kavga ettiğiniz, patronunuzun gözünüzün içine baka baka size haksızlık ettiği, bütün evi bir günde dip köşe bucak temizlemek zorunda kaldığınız, ikiz bebeklerinizin sabaha kadar uyumadığı… o en kötü gününüzde söyle bir an kendinizle baş başa kaldığınızda nerenin hayalini kuruyorsunuz?
Hadi bir düşünün, nerede olmak sizi en çok rahatlatırdı?
Nereye gitseniz kendinizi dinlenmiş, yenilenmiş hissederdiniz?
Neresi size tüm olumsuzlukları unutturacak kadar huzurlu gelirdi?
????
Kazdağları mı, Kaçkarlar mı, Antalya Düden Şelalesi mi, babaannenizin Kayseri’deki köy evi mi?, Datça’da ki yazlığınız mı? O hep resmini gördüğünüz ama hiç gidemediğiniz İsviçre Alplerindeki dağ evi mi?
Neresi???
Şimdiye kadar yüzlerce insana sordum bu soruyu henüz hiç “Palladium Alışveriş Merkezi” veya “Esenboğa Hava Limanı” diye bir cevap almadım!!!
Oysa neden alış veriş yapmak insanı rahatlatır ya da seyahate çıkmak???
Emin olun bedeniniz her şeyi bilir! Eğer siz bir kez ama hayatınızda bir kez deneyimlemişseniz dağ, orman, şelale, deniz … havasını bir daha unutmaz bedeniniz ve siz kendinizi ne zaman yorgun, bitkin, umutsuz ve mutsuz hissetseniz zihninizden bir şimşek çakar “beni oraya götür, benim ilacım orada”!!!
Orada ilaç olan ise negatif iyondur.
Bilim insanları yaptıkları araştırmalar neticesinde negatif iyonu bol olan ortamlarda insan bedeninin daha hızla iyileştiğini, yorgunluğun hızla geçtiğini, kalp ve damaklarındaki basıncın dengelendiğini, alerjik reaksiyonların azaldığını, bakteri, mantar, küf gibi alerjenlerin negatif iyon olan ortamda yaşayamadığını  vbg… tespit etmişler.
Peki bu kadar güzel ve özel etkileri varsa negatif iyonun, soluyalım gitsin değil mi?
Bulalım da soluyalım o zaman!!!
Bir televizyon ya da bilgisayar ekranı dakikada 1 milyon pozitif iyon üretirken, o titiz temiz hanımları fıs oraya pıs buraya, “mutfağa ayrı, banyoya ayrı detarjanım var şekerim” derken, şıklık uğruna su geçirmez parkelerle 30-40 yıllık masif parkeler yer değiştirirken, yakıttan tasarruf edeceğiz diye camlar PVC’li, duvarlar kat kat mantolu yapılırken … bulalım da soluyalım negatif iyonu!!!
Hadi kalkın ormana gidiyoruz!!! Hatta daha da iyisi şelale kenarlarına gidiyoruz. Çünkü yine yapılan araştırmalar negatif iyonların sayısının ortalama  ormanlarda santimetreküpte 2.500, akarsu kenarlarında 2.000 ama şelalelerde 15.000 civarında olduğunu gösteriyor.
Peki bilin bakalım şu an Taksim Meydanı’nda ya da Kızılay’da soluduğunuz havada ne kadar negatif iyon var?  Ya da suni solunum makinalarıyla ısıtılıp/soğutulan ofisinizde? Ya da hafta sonu yılbaşı alışverişi için gidip de baş ağrısı ile döndüğünüz alışveriş merkezinde?
Çok acı ama günümüz kentlerinde yaşayan insanların soluduğu havada negatif iyon sayısı santimetreküpte 100’e kadar düşebiliyormuşL
Düşünce ne oluyor derseniz; depresyon, dikkat dağınıklığı, baş ağrısı gibi nispeten basit sıkıntılar… uzun süreli böyle ortamlarda yaşamak zorunda kalanlarda demans, kanser, bağışıklık sistemi hastalıkları… ve tabii ki erken yaşlanma!
Bunca karamsar laftan sonra bir güzel şey söyleyeyim mi size, aslında hepimizin evinde harika birer negatif iyon sistemi var! DUŞUNUZ… Çünkü en çok negatif iyon, su zerrecikleri ıslak zemine çarparken ortaya çıkıyor. AMA bu arada şehir şebeke sularındaki toksik kloru ne yapacağız derseniz o yarının konusu!!! Gök gürültülü sağanak yağmur sonrası da evinizi mutlaka bu muhteşem havayla doldurmanızı öneririm.  (anlaşılır güzel görsel için de "arageç" internet sitesine teşekkür ederim) 
Sevgiyle kalın, doğayla iç içe kalın, fırsat buldukça da ormana, deniz kenarına kaçınJ

Ebru Tolan Karahasanoğlu 

17 Aralık 2014 Çarşamba

YENİ GÜNE BAŞLARKEN

Şöyle bir an tüm dünya dursa ve biz hoop yükselsek, yükselsek ve olan biteni tamamen yukarıdan görecek noktaya çıksak!
Ne görürdük? Şu an bildiklerimizden farklı olur muydu? Bir anda bunca yıldır kemikleştirdiğimiz inançlarımızda , bilgilerimizde değişiklik yapar mıydık acaba?
Kesinlikle!
Hadi gelin o zaman yapalım…
Mesela bugün olaylara önce kendi gözünüzle bakın, sonra durun bir de yukarıdan bakmayı deneyin…
Evinizden çıkın ya da iş yerinizden gitmediğiniz yoldan gidin hep gittiğiniz o yere…
Kabuğunuzdan çıkın, sizi siz yaptığını düşündüklerinizden dışarı çıkın. Mesela hiç izlemediğiniz bir TV kanalını açın… Hiç girmediğiniz o kapıdan içeri girin mesela…
Duymak için dinleyin…
Görmek için bakın…
Kendi 3 sene önceki halinizi hatırlayın mesela ve 2 sene ve 1 sene önceki hallerinizi… Bir de şimdi ki…duygularınızı, düşüncelerinizi, inançlarınızı kontrol edin?!?
Değişimin ne kadar hızlandığını görün, farkına varın, isteyin ve değişin.
Misal hiç sarı giymez misiniz, sarı giyin!
Hiç yağmurda yürümez misiniz, yürüyün!
Hiç sinemada tanımadığınız biriyle sohbet etmez misiniz, edin!
Kim bilir, belki de bu yeni bir de bakmışsınız size daha çok “siz” gibi gelecek! İçiniz ferahlayacak, adeta gözünüz ışıldayacak belki?!?
Bırakın artık eskiyi, geçmiş geçti ve bitti. Her ne yaşandıysa bizi biz yapmak içindi. Değişimi görün önce kendinizde sonra tüm dünyada.  
Değişmeyen tek şey yüreğinizdeki sevgi olsun.
Sevgiyle kalın,
Ebru Tolan Karahasanoğlu

16 Aralık 2014 Salı

MANYETİK ENERJİSİ


Biz insanlar su içmeden, hava solumadan, güneş görmeden yaşayamayacağımızı biliriz, daha ilkokuldan itibaren öğretilen temel bilgilerin içindedir bunlar. Ama hala daha ne yazık ki bir çoğumuzun dünyanın kendinden gelen manyetik enerji olmadan yaşayamayacağımızı bilmediğini biliyorum! İtiraf ediyorum bundan 2,5 yıl öncesine kadar ben de manyetik enerjiyi duymuş ama ne yazık ki önemini tam olarak kavrayamamıştım.
Bu yazı dizisinin ilkinde bahsettiğim gibi hayatım boyunca sağlık konularına olan düşkünlüğüm daha çıkar çıkmaz beni Dr.Erhan Özer’in Şifa Sende kitabına çekti! Hiçbir şeyin tesadüf olmadığı gibi bu kitap da ilginç zamanlamalarla ve konularla karşıma çıktı! Aldım tabiiJ Kitapta anlatılan her konu içimde çok sağlam yer edindi ise de bir tek “toprak enerjisi”ni ilk anda çok oturtamadım. Hatta kitabın son sayfasını çevirdiğimde aynen şunu söyledim kendi kendime “ya Erhan bey iyi, hoş, çok da doğru şeyler söylemişsin de şu toprak enerjisini daha bir netleştirseydin ya, nerede bulacağım da hayatımdan eksik etmeyeceğim ben  bu toprak enerjisini, her gün sokağa çıkıp çimene mi basacağım, hey Allah’ım ya…iyisi mi Erhan beye bir mail göndereyim”.  Ama evren Erhan beyden daha önce duydu sesimi!!! Ben o maili göndermeden karşıma öyle bir grup insan çıktı ki gökte ararken gerçekten yerde buldum ben o toprağın enerjisini!
Sonra bir mıknatıs gibi!!! beni içine çekti bu konu. İnceledim, okudum, denedim… Tesadüf bu ya o günden sonra onlarca kitapta karşıma çıktı manyetik enerji. Dr.Bedri Ruhselman, Dr.Bradley Nelson, Ahmed Hulusi, Dr. Ayşegül Çoruhlu, Diana Cooper, vbg.. dünyanın farklı coğrafyalarında, farklı zamanlarında yaşamış ve farklı amaçlarla kitap yazmış kişilerin söylemlerinde çıktı manyetik enerji karşıma. Hatta eski yıllarda okumuş olduğum bazı kitapların içinde de aslında manyetik enerjinin vurgulandığını ama benim algıda seçiciliğim henüz o yıllarda başlamadığı için göremediğimi sonradan fark ettim.
Hala üzerinde yaşadığımız bu dünya varoluşundan bu güne tüm canlılar için vazgeçilmez enerjiler barındırıyor.  Eğer bir gün havadan, sudan, güneşten ve de dünyanın kendinden yani toprak anadan aldığımız enerji biterse yaşam diye bir şeyden de söz edilemez. İşte bu kadar hayatı bir enerjiden bahsediyorum aslında, son 30 yılda ciddi anlamda dünya üzerinde gücünün eksildiğini biliminsanlarının ölçümlediği bir enerjiden bahsediyorum. Astronotların kas, eklem, bağışıklık sistemi problemleri yaşamalarının ardındaki ve ancak yıllar yıllar süren araştırmalar neticesinde anlaşılan gerçek nedenden bahsediyorum. Sizin 7. kattaki evinizin balkonunda olmayan, tüm kablolamaların yer altındaki kapalı garajdan geçirildiği villanızın bahçesinde de olmayan, doğa gezisine çıkıyorum diyerek bin tonluk motorlu araçların içinde 8 saat geçirirken de alamadığınız, lüks gökdelenlerdeki milyon dolarlık iş yerinizin de nasiplenmediği o enerjiden bahsediyorum!!!
Dünyanın manyetik enerjisinden bahsediyorum.
Sağlıklı uyku uyumanıza, bağışıklık sisteminizin güçlü olmasına, hormonlarınızın dengeli salgılanmasına neden olan enerjiden bahsediyorum.
Tüm ruhani liderlerin ısrarla meditasyon yapın derken sizi geçirmeye çalıştıkları alfa enerji seviyesine sizi hızla taşıyabilen bir enerjiden bahsediyorum.
Daha da ileri gidiyorum; varoluş enerjinizden, yüce Alllah’la iletişime geçtiğiniz enerjiden, dünyada yaratılan ilk canlı titreşimin frekansından bahsediyorum.
Tüm canlılar ister tek hücreli olsun, ister meşe ağacı, ister kaplan, ister insan kalp hücresi, ister beyin manyetik enerji ile haberleşiyor…ve biz bunu kaybediyoruz!!!
Her geçen an; petrol boru hatlarıyla, jet motorlarıyla, kablosuz internet sistemleriyle, cep telefonları baz istasyonlarıyla,  evinizdeki 3. televizyon, 2.telsiz telefonla, komşunuzdaki mikrodalgayla, çamaşır kurutucusuyla, hastanelerdeki elektronik tarama cihazlarıyla… kaybediyoruz…
Arılar kovanlarını,  yunuslar yollarını, göçmen kuşlar kışlık evlerini bulamayacak…çünkü kaybediyoruz.
Otoimmün hastalıklar hızla artacak, hashimoto tiroidi, MS, sarkoidoz, romatoid artrit, vbg… çünkü kaybediyoruz.
…ve bu kadar önemli bir enerjiyi idrak edemeden elimizden kaçırırken şifadan bahsedemiyoruz tabii, sadece hastalık konuşabiliyoruz ne yazık ki!
Lütfen, benim bu yazımı okumayabildiğinize göre “manyetik enerji” ile ilgili daha fazla araştırma yapabilecek bir donanım asahipsiniz demektir, yapın.
Ben sizinle hemen ekte İTÜ’den yayımlanmış bir bildiri linki paylaşacağım. En azından onu okumanızı dilerim.
Toprakla iç içe, şifa dolu günler dilerim.

Ebru Tolan Karahasanoğlu


http://web.itu.edu.tr/~toros/yayinlar/manyetik_alanin_insan_sagligi_uzerine_etkisi.pdf


AYDINLANMA ÇAĞI

Yoksa sizde bir süredir içinizde bir kıpırdanma, yüreğinizde bir huzursuzluk mu hissediyorsunuz. Sanki bir şeylere geç kalmış olabileceğinizin telaşı var da içinizde nedenini anlayamıyor musunuz?
Belki de hayat çok anlamsız geliyor, bazen gürültünün ve kaosun içinde kendinizi tek başına ve suskun mu buluyorsunuz?
Kim bilir belki de karşı konulamaz arayışınız sizi hayatta olmaz, ben kim…! dediğiniz konularla ilgilenmeye mi sürükledi?
Hepsi bir yana şu anda buradasınız ve bu yazısı okuyorsunuz …öyleyse???
Aydınlanma çağında olduğumuzu kabul edin! Algılarınızı açın, gözlerinizi açın; tüm gözlerinizi!
Sevgiyle açın, hoşgörüyle açın, tevekkülle açın…
Kucaklayın birbirinizi ve enerjinizin yükselmesine izin verin, akışta kalın, sevgiyi alın ve sevgi verin.
Pişmanlıkları, öfkeyi, haseti bırakın! Kine, nefrete ihtiyacınız yok.
Sadece affetmeye var!
Neyi affedeceğinizi bilmiyorsanız bile sadece affedin. Yüreğinizi sevgiyle doldurduğunuzda her şeyi affetmiş olursunuz, başka hiçbir şeye yer kalmayacak kadar sevgiyle doldurun.
İşte o zaman terk edişi yaşarsınız. Bu dünyaya dair ne varsa terk ediş ve sizi bekleyen dünyaya dair ne varsa kabulleniş…
Bu yazı 15.12.2014 İstanbul saatiyle 23.30 ‘da Ebru Tolan Karahasanoğlu tarafından kaleme alınmıştır, sevgiyle…


15 Aralık 2014 Pazartesi

HASTALIKLARI MI KONUŞALIM, ŞİFAYI MI?


Çocukluğum hastane koridorlarında geçti! Ama üzülmeyin hastalıklı bir çocuk olduğum için değil, rahmetli babam doktor olduğu için, oyun alanımdı adeta hastane bahçesi, koridorları. Bitmek tükenmek bilmeyen sorularım vardı, hastalıklara ve tedavilerine yönelik. Mikroskopta canlı mikropları incelemek, laboratuardaki kanlar, tüpler, petri kabındaki kültürler …adeta oyuncaklarımdı benim.
O zamanlar “sağlık” hastalanan birinin iyileşmesiydi ve babam bu konuda özeldi benim için. Arkadaşlarımın akrabalarının bile teşhis konamayan vak’a analizlerini babamla yapmak evde Doktor House dizisini sürekli seyretmek gibiydiJ
Şimdi düşünüyorum da hiçbir şeyin tesadüf olmadığı gibi benim de böyle bir babaya sahip olmam tesadüf değildi!
Aradan geçen yıllar sağlıkla ilgili konuları hep gündemimde tuttu ama benim aradığımın iyileşmek  değil de “iyi olmak” olduğunu çok sonraları idrak ettim.
Geçtiğimiz senelerde izlediğim bir sunumda yabancı konuşması şöyle bir cümleyi kurdu:
“Doctors are educated MEDICINE, how they can talk about HEALTH?!?

Orijinalini yani İngilizcesini yazmak zorundaydım ki kelimelerin eş anlamlarından ortaya çıkan esas vurgu net olabilsin. Çünkü batı dillerinin bir çoğunda tıbbın karşılığı ilaç olarak geçer. 
Neyse ki Türk Dil Kurumu’nda TIP'ın karşılığında bakın hala ne yazıyor: 
1. isim Hastalıkları iyileştirmek, hafifletmek veya önlemek amacıyla başvurulan teknik ve bilimsel çalışmaların tümü, tababet

Ne oldu da bakkal dükkanı açılır gibi diyaliz merkezleri açılmaya başlandı mahalle aralarında diye kimse sormadı, hala sormuyor! Kanser lafını bir dönemin cüzamı ile eş tutanlar artık grip kadar kanıksadılar da neyse ki teknoloji çok gelişti deyip rahatlatıyorlar kendilerini…
Hastalıkların çeşitleri de, hastalığa yakalananların sayısı da her geçen gün artıyor hızla. Mesela bundan 20 yıl önce otizm, çölyak,  erken ergenlik, alzheimer  bu kadar bilinen ve hatta evlerimizin içine girmiş hastalıklar değildi.
 “Ne oldu bize, ne zaman kaybettik bu kadar sağlığımızı, neden” diye ben sormayacağım! İnanın artık bu sorular bile o kadar boş geliyor ki bana. Son yıllarda uzun uzun sunumlar yaptım bu konuda. Nedenleri vurguladım ve hatta çözümleri… ve anladım herkesin yaşaması gerekenler var ve onlar yaşanana kadar gözlerindeki perde kalkmayacak, dillerindeki kilit açılmayacak, beyinleri adeta donmuş, çözülmeyecek.
Tabii siz merak ediyor olabilirsiniz bazı soruların cevaplarını, o zaman önce şöyle bir düşünün: Bastığımız yer toprak olmaktan çıkıp plastiğe dönüşmüşse, uyuduğunuzu sandığınız yatak sizi korumak yerine bir ağ gibi etrafınızı saran zararlı elektromanyetik dalgaları çeken adeta tabuta dönüşmüşse, soluduğunuzu zannettiğiniz havanın artık öyle ilkokul kitaplarında öğretildiği gibi %20’si negatif iyon içeren oksijenden oluşmuyor da, toz, toksik duman, ağır metaller taşıyorsa, bedeninizi beslediğinizi zannettiğin şey tavuk görünümlü beyaz lifimsi, domates görünümlü kırmızı topumsu, yoğurt görünümlü jelimsi maddelerse, kana kana içerken doyumsuz gelmesi gereken su midenizi bulandırıyorsa ve güneş günah keçisi ilan edilmişse hastalıktan başka konuşacak ne kalır?
Kendi kanımız, küpüne zarar veren sirke gibi asitle kaynıyorsa, bağırsaklarımız yüzyıllarca faydalı bakterilere ev sahipliği yapmışken, zavallıcıklar cebren ve hile ile yuvalarından çıkartılıp sürgüne gönderilmişse ve biz artık dost görünümlü düşmanlarla (zararlı bakteriler/mantarlar) aynı bedende yaşıyorsak, midemize yolladıklarımız daha yemek borumuzdan geçerken hızla maskelerini atıp gerçek şeytan kimliklerine bürünüyorlarsa, trafik bahanesiyle, geçim derdiyle, eş dırdırıyla…her an içinde bulunduğumuz stres ve yüreklerden çıkan öfke, hırs, korku, haset… ölümcül zehirli birer oka dönüşmüşse hastalıktan başka konuşacak ne kalır?
Çok şeyJ Şükürler olsun ki çok şey; gerçekler!
Gelin hastalık yerine, şifayı konuşalım. Yüce Allah’tan gelen sonsuz şifa enerjisini ve bizim bunu dünyevi şartlarda alma yollarımızı konuşalım! Toprağın, havanın, suyun ve güneşin gerçek enerjilerini konuşalım! Zihnimizin gücünü konuşalım! Kendi kendimizi şifalandırma gücümüzü konuşalım!
Yarın başlıyorum; toprağın enerjisiyle.
Sevgimle
Ebru Tolan Karahasanoğlu




12 Aralık 2014 Cuma

GÖNÜL GÖZÜYLE GÖRMEK


Çok bildik, tanıdık bir ifadedir aslında… İşte belki de tam bu yüzden hepimizin anladığı da farklıdır eminim ki!
Ruhumuzun gördüğü desek!
Nasıl daha bir anlam kazandı sanki değil mi?
Ruhumuz bilir ve görür her şeyi; olup bitenin arkasındakini, perdenin gerisindekini, sisin içindekini. Oysa bu bedende biz gördüğümüzü sanırız, kocaman bir yanılsamadan ibarettir çoğu zaman gördüğümüzü sandığımız.
Bir sokak köpeğine bakarız; başı boş, pireli, hastalıklı, aç, evcilleşmemiş, tehlikeli bir hayvan görürüz. Çünkü bize bunu öğretmiştir o titiz annemiz… Okuldaki öğretmenlerimiz… Kim bilir belki de bu hayat; çocukken ısırmıştır bizi bir köpek, kimsenin ne dediği umurumuzda değildir biz biliyoruzdur; köpek tehlikelidir!
Oysa gönül gözümüzle bakabilsek, ruhumuzun gördüğünü görebilsek; can dostumuzdur belki o bizim…en büyük koruyucumuz bu dünyadaki… en sadık parçamız… saf sevgidir belki… huzurdur, keyiftir, oyundur, güvendir belki…
Gecenin sabaha çalan saatinde yolda otostop çeken bir travestiye bakarız; bedenini sattığını, gurur ve onuru olmadığını, bataklığa saplandığını, para uğruna, para için yaptığını görürüz. Çünkü bu dünyanın kuralları vardır, yazılı olmayan ahlak kuralları ve asla kabul edemez böyle pervasız bir davranışı.
Oysa gönül gözümüzle bakabilsek, ruhumuzun gördüğünü görebilsek; “ben”liğini bulamamış bir insan, tekamül için zor olanı seçmiş bir ruh görürüz belki…
Ah keşke ruhumuzun gördüğünü görebilsek, binlerce yıldır değişen dünyada hala değişmeyen tek şeyin sevginin gücü olduğunu anlayabilir miyiz acaba?
Sevgiyle kalın, ruhunuzun gözüyle bakın!
Ebru Tolan Karahasanoğlu

Önemli not:   Bu fotoğraf 30 Kasım 2014 günü Konya İnce Minare Medrese Müzesi’nde çekilmiştir. Taş oyma eser 1200 yıllarından kalmadır. Tam olarak fotoğrafta gözükmese de lotus pozisyonunda oturan bir insan figürünün sol eli kalp çakrası hızasında siyahlaştırılmış, gözümsü bir yuvarlağı tutar/işaret eder biçimdedir. Benim yaptığımsa bu figürle verilemek istenen mesajı almaya niyet etmektir sadece; gelen mesaj “gönül gözüyle görmek”tir. 

9 Aralık 2014 Salı

KES BAĞINI; AT YÜKÜNÜ!


Dünyada her temas bir bağ yaratır.
Düşünsenize sabah işe giderken sağınızdan bir araç sıkıştırdı sizi, sonra iş yerine girerken rakip elemana selam verdiniz almadı. Masanıza oturdunuz çaycı teyze soğuk çay bıraktı size, o zaten hep yapıyor bunu diye düşündünüz. Öğlen yemeğinizi geç getiren garson, para üstünü eksik veren büfe, çürük mandalinaları kakalayan pazarcı hep vardı zaten hayatınızda da o gün pek bir üst üste geldi sanki hepsi… Hoop her biri birer bağ…
Bir de yıllar içinde biriktirdikleriniz vardı; eski sevgilinizin kırıcı konuşmaları, haset komşunun didiklemeleri, 10 yıllık patronun aşağılamaları, annenizin kıyaslamaları, teyzenizin burun kıvırmaları, dost bildiğinizin hançeri, en güvendiğinizin aldatmacası; onlarda bağlarını salmışlardı zaten!
Küfeler dolusu nefret, acı, kızgınlık, hazımsızlık, haksızlık, tekmili birden bu hayatta!!! Küçüğü büyüğü, uzunu, kısası, kalını incesi bağlar, bağlar bağlar…
Ne bağı mı bunlar; negatif enerji bağları. Her düşüncenizin, her yaşadığınızın, her temasınızın geride bıraktığı tortular.
Aşk, mutluluk, başarı, güven …bunlar da var tabii hayatımızda ve onların da bağları. Ama içinde sevgi olan her bağ neyse ki sadece sevgi taşıyor bize ve sevgi götürüyor bizden, amacımız sadece sevgi bağları yaratabilmek zaten. Onlarla güçleniyoruz, onlarla “biz” oluyoruz zaten.
Ama diğer bağlar durduğu sürece, tonlarca ağırlığı onlarca halatla çekmeye ve ömür boyu taşımaya mahkum esirler gibiyiz adeta.
Nefret ettiğimiz, kızdığımız, affedemediğimiz her bir kişinin yükünü taşıyoruz omuzlarımızda, sırtımızda, başımızda, ayağımızda…
Affedemediğimiz sürece bağlı kalıyoruz o kişiye. Peki zararı kime; önce kendimize!
Bilin ki hepimiz Allah’ın sevgi dolu çocuklarıyız, hepimizin içinde zerre kadar da olsa affedebilen bir parça var ve affetme gücümüz de! Kullanın bu gücü, fark edin ve affedin. Bağınızı kesin ne kadar kalın, ne kadar eski, ne kadar uzun olursa olsun kesin atın ve hafifleyin.
Darayı boşaltınca yürümenin koşmaktan farksız olacağını göreceksiniz. Keyifle koştuğunuz, coştuğunuz nice günlere, yürek dolusu sevgimle.
Ebru Tolan Karahasanoğlu


4 Aralık 2014 Perşembe

BEREKET ÜZERİNE BİR DENEME


PARA, PARA, PARA Varlığı bir dert, yokluğu yara
Hatırladınız değil mi, şarkı sözü hiç bilmem ben ama nedense para denince hep mırıldanırım bu nakaratı.
Hiç düşündünüz mü üzerinde? Aman Ebru sen de abarttın ama şarkı sözünün nesini düşüneceğiz diyenleri duyuyorum ona göre:)
Ne yapayım ben düşündüm? Hadi gelin siz de düşünün! Bakarsınız ilginç bir şeyler yakalarız!?!
Çok insan tanıdım ben; doğru, dürüst, çalışkan, iyi niyetli, sabırlı, eğitimli, görgülü, iş bitirici… ama hayatı boyunca paradan yana yüzü gülmemiş.
…ve çok insan tanıdım ben; riyakar, ikiyüzlü, dolandırıcı, hak yiyen, şerefsiz, hırslı, üç kağıtçı, cahil, şahsiyetsiz…ama paradan yana derdi olmayan.
Sizin de var değil mi çevrenizde her iki türlüsünden de onlarca? Nasıl bir düzen bu ya diye sordunuz mu kendinize? Eminim sormuşsunuzdur?
Peki, isyan ettiğiniz oldu mu hiç? Onlarca insan hak etmediği! paralar içinde yaşıyor da Allah’ım neden ben, dediniz mi? Hadi itiraf edin demişsinizdir.
Tevekkül bilinciyle ağzınızdan sözcükler dökülmese de içten içe nasıl oluyor da onlar paraya para demiyorken ben bu durumdayım diye geçirmişsinizdir belki de…
Ben doğru yolumdan şaşmayayım da Allah bir gün takdir edecektir de demişsinizdir…
Bu dünyada olmasa da elbet ahirette görürüz karşılığını diye de düşünmüşsünüzdür…
İnançlarımızı kenarda bir anlığına dondurup, gerçeği aramaya karar versek neler çıkar sizce bereket konusunda karşımıza?
Evvelki yıl, o dönem yaptığım işle alakalı olarak bir Rus eğitmen geldi bize seminer vermeye. İşin ve ürünlerin teknik detayları, satış&pazarlama ile ilgili konular konuşuldu ama hemen hemen herkesin kafasını kurcalayan bir başka konu vardı aslında, öyle ki diğer konulara konsantre olmamızı bile engelliyordu neredeyse; 30-40 kişilik bir grubun neredeyse hepsi “para almakla” ilgili problemi olduğunu söylüyor ve her şey bir yana bunu çözemedikçe işle ilgili diğer bilgilerin pek de anlam ifade etmeyeceğini düşünüyorlardı. Bu ısrarlı ve karamsar tablo karşısında Rus eğitmen bir para çalışması yaptırmaya karar verdi normal programın dışında.
Kısa bir meditasyon çalışması gibi adeta, kapattık gözlerimizi ve kendi çocukluğumuza gittik 4 ile 8 yaş aralığına; bu yaş aralığında ki çocuk biz için “paranın anlamını” düşündük. Ailemizde, evimizde, okulumuzda, kısacası yakın çevremizde para ile konuşulanları ve yapılanları düşündük. Çalışmanın sonunda birçok kişi farklı birçok hatıra anlatırken ben hala kıvranıyordum bir şeyler hatırlayacağım diye. Yoktu! Hiçbir şey yoktu, adeta hafızamın parayla ilgili kısmı boşaltılmıştı. Para dedikçe tek düşünebildiğim “paradan daha önemli şeyler var hayatta” cümlesinin çınlamasıydı beynimde.
Eğitmen “peki aklına parayla ilgili hiç anı gelmeyen var mı” diye sorunca sevinçle el kaldırdım zira ben de bir tuhaflık olduğunu düşünmeye başlamıştım. Siz hayat boyu hiç paraya değer vermediniz değil mi, hep para mühim değil iş hallolsun, para önemli değil önce bir öğrenelim, parayı sonra hallederiz esas şu işi bitirelim gibi cümleler oldu değil mi hayatınızda dedi.
Şaşırmam lazımdı belki ama ben ilk defa parayla ilgili rahatladığımı hissettim. Evet ya dedim bana hep bu öğretildi, parayı 1.sıraya koyma! Hayatta paradan daha önemli şeyler var!
Bu hızlı farkındalık kısa bir dönem beni rahatlattı ama ne yaparsam yapayım parayı ilk sıraya koymama yetmedi.
Bu görünen buzdağının küçük kısmı, aşağılara inmen gerek Ebru dedim. “Aşağılar” zaten yıllardır inandığım, deştiğim, üzerinde çalıştığım konulardı. Ama açıkcası “madde”yle ilgili bu konunun ruhani taraflarına öncelik vermek gibi bir niyetim olmamıştı. Sanki para bu dünyanın işiydi de benim önceliğim olursa çelişki yaratacaktı diğerleriyle!
Şifalanma vakti gelmemiş hiç bir konunun bizim aklımıza düşmediği, gündemimize aldırılmadığı gibi vakti gelen her şey için de farkındalıklar yaşamaya başlamak bir o kadar kolaydı. Para konusunda da öyle oldu, şükürler olsun.
Ben kendimle ilgili para üzerine zihin ve ruh çalışmalarını yaparken çok daha net görmeye başladım çevremdekilerin de gizli kodlamalarını ve geçmişten getirdikleri sıkıntıları.
Daha bugün kişilik kaybı ile zengin olmak arasında net, direk ve olumsuz bir ilişki olduğuna dair inançla yazılmış bir cümle çıktı karşıma. Bu yazıya başlamama da o cümle vesile oldu zaten. Sizin de hayatınızda parayla ilgili bir sıkıntı varsa, tavsiye ederim bir farkındalık çalışması yapın kendi başınıza.
1.       4-8 yaş aralığınızdaki “para” algınızı hatırlayın ve yazın. Babanız para için ne derdi, anneniz ne derdi. Evde sizinle yaşayan bir büyük vardıysa o yıllar o ne derdi?
2.       Parası bol, zengin ya da rahat para harcayan insanlar hakkında bilinçsizce ağzınızdan çıkan kelimeleri, deyimleri yazın sonra.
a.       Paranın gözü kör olsun,
b.      parayla sattı namusunu bak,
c.       3 kuruşa tamah etti,
d.      aman paran mı var derdin var be kardeşim,
e.      parayı gördü yoldan çıktı gibi tanımlamaları/deyimleri kullanıp kullanmadığınıza dikkat edin. Hatta bu çalışmayı bir anda yapmayın, 1 hafta boyunca algınızı bu yöne çevirin ve yakaladıkça ağzınızdan çıkanları not edin.
3.       Sonra kendi içinizde bulunduğunuz parasal durumu nasıl tanımladığınızı yazın.
a.       Akmasa da damlıyor,
b.      aç değil açıkta değiliz,
c.       buna da şükür… aynı şekilde 1 hafta boyunca yapın bu çalışmayı da.
4.   Sonra dönüp hepsine bir bakın; bakın, bakın…eminim çok şimşek çakacak, yepyeni farkındalıklar oluşacak beyninizde.
Dilerseniz kendinizle ilgili yakaladıklarınızı paylaşın, bizimle ya da benimle özelden. Birlikte yorumlayalım. Şöyle düşünün paran mı var derdin var kardeşim diyen birinin çok parasının olması mümkün mü? (Tabii bazılarının içiyle dışı bir olmaz, onlar için bu kurallar geçerli de olmaz!!!)
Ya da hani şu şarkı sözünde dediği gibi, varlığın bir dert, yokluğunun yara olduğuna inananlardan mısınız yoksa?
Bilin ki parayla ilgili bir sıkıntı, eksiklik varsa hayatınızda bu Allah’ın adaletsizliğinden değil, sizin bolluk ve bereket bilincinizden ve/veya kendinize değer gördüğünüzden ve/veya korkularınızdan ve/veya geçmiş yaşamlarınızdan getirdiklerinizden kaynaklanıyordur. Herkesin yüce Allah’ın sonsuz bereket ve bolluğundan yararlanma hakkı da, imkanı da vardır.
Ama önce bu hayatınızla ilgili zihin temizliğinizi, algı değişikliklerinizi yapmanızı, sonra hala sıkıntı olduğunu düşünüyorsanız geçmiş yaşamla bağlantılarını bulmaya yönelmenizi öneririm.  Tabii bazı hayatlar çok net mesajlar içerir geçmiş yaşamdan gelen karmalar olduğuna dair. Bu tip durumlarda direk geçmiş yaşam şifalandırması yapmakta fayda olacaktır.
İşte şimdi işin eğlenceli kısmı başlıyor. Hadi var mısınız değiştirmeye, dönüştürmeye?
Sevgiyle kalın, parayla barış içinde, keyifle yaşayın:)
Ebru Tolan Karahasanoğlu


2 Aralık 2014 Salı

ÜZÜLÜYORUM EGO SANA!



Şaka değil, öyle dikkat çeksin diye yazmadım o başlığı, gerçekten üzülüyorum ben ego’nun geldiği hale.
Egon konuştu bak, egoya bak egoya, egosu tavan yapmış,egondan sıyrıl bir ya..günlük dilimize ne kadar girdi değil mi bu ve benzeri cümleler.
Bulduk ego diye bir günah keçisi, gelen vuruyor, giden vuruyor. Bazen durup düşünüyorum, ya acaba ben mi egoyu yanlış öğrendim zamanında diye. Geçenlerde şöyle bir açıp yeniden karıştırdım kitaplarımı hatta, gözden kaçırdığım bir şeyler mi var diye?
Evet egonun esiri olmak kötü, haklısınız egosuyla yaşayan ve çevresine hayatı dar eden insanlar var. Egosunun gayet iyi farkında olup onu daha da parlatmaya çalışanlar ve egosunu düşman olarak görüp ne pahasına olursa olsun alt etmeye çalışanlar var. Ama kimse egom sen niye varsın diye sormuyor.
Sahiden ego sen niye varsın? Hayatı daha da karmaşıklaştırıp zorlaştırmak için mi? Yoksa senin de iyi bir vazifen var mı?
Ben egonun yanındayım, onun vazifeli olduğuna inanıyorum çünkü. Düşünün sinirleri alınmış insanlar tabiri vardır ya onun gibi egosu alınmış insanlar topluluğu olsaydık ne olurdu halimiz? Evet bir gün öyle olacağız, ruhumuzun amacı o!!! Ama o amaca ulaşmak için bu yoldan geçmek gerekiyor. Hırslarımız, kıskançlıklarımız, hasetlerimiz, kırgınlıklarımız, aldatmacalarımız, yorgunluklarımız, yorumlarımızla biz biziz çünkü. Önce bu dünyanın insanı olacağız, sonra bir bir aşıp bunları, sonsuzluğa kanat açacağız.
O yüzden egomuzu bizden başka gibi görüp, ona vurmak, onu kötülemek yerine gelin elinden tutalım egomuzun, sevgimizi verelim ona. Sevgiyle dönüştürelim onu da, bize söylemek istedikleri önemli olabilir, dinleyelim onu sevgiyle. İçinizi acıtsa da söyledikleri, kendinizden nefret ettirse de bir an için, yüreğinizi hançerleyip midenizi deşse de dinler misiniz sizin siz olmanız için çalışan egonuzu şimdi!!!
Şimdi egonuza sarılır mısınız? Yani bu dünyadaki "ben"inizeJ   
Sevgimle,

Ebru Tolan Karahasanoğlu

1 Aralık 2014 Pazartesi

BİR GARİP KONYA MACERASI

                
Hani bundan 5 sene önce birileri bana “Ebru günün birinde meditasyon yapacaksın, yaparken bir gün Konya’ya git ama Kasım ayında git, …falanca arkadaşınla git, diye bir his gelecek, sen de söz dinleyip gideceksin, hem de planladığın tarihten 5 gün önce feci şekilde ayağını incilttiğin halde vazgeçmeyip, kar-kış dinlemeyip gideceksin” deselerdi bırakın gülmeyi, sözün sonunu bile dinlemez, geçer giderdim!!!
Konya’ya gitmek istemeyeceğim falan değil ha, yanlış anlaşılmasın; “kim ben mi meditasyon yapacağım, imkansız beceremem ki, bana mı öyle hisler, düşünceler gelecek, mümkün değil, ben kimim ki!” diye inanmadığım için dinlemez, geçer giderdim!!!
Şükürler olsun ki 5 yılda çok şey değiştiJ Hızla da değişmeye devam ediyor!
Konya’daydım hafta sonu; o arkadaşımla, Kasım ayı bitmeden…
Yüksek hızlı treni kullandım ilk defa…
Konya’ya gittim ilk defa…
Görmem gereken yerleri –planladığım ve benim için planlanmış!- gördüm ilk defa…
Canlı sema gösterisi izledim ilk defa…
Harika yemekler yedim… (bu ilk değil tabiJ)
Karşılaşmam gereken insanlarla karşılaştım, tanışmam gerekenlerle tanıştım; kimine göre şekerci, kimine göre garip bir derviş Mehmet Ali amca gibi…
Eski bir dostumla karşılaştım; yemyeşil gözleri ve dört ayağıyla senelerdir görmediği sahibinin üzerine atlarmış gibi beni kucaklayan! ve doğru yol ayrımına kadar bizimle yürüyen isimsiz köpek dostumla karşılaştım…
…ve yapmam gerekenleri yaptım; huzurla ve sükûnetle onca kalabalığın içinde…
Niyeymiş gidişin derseniz, benim anladığım benim için olan!
Evrensel olansa Mevlana’nın yüce kalbinden çıkan sevgi ve bu yolda yürüyenlerin hepsine selam!
Sevgiyle kalın,

Ebru Tolan Karahasanoğlu

SEN HANGİ PENCEREDEN BAKIYORSUN?


Hafta sonu bir kaza yaşanmış, eminim bir çoğunuz televizyonlardan izlemişsinizdir;  4 yaşında bir kız çocuğu 7.katın penceresinden düşerken temizlik işçisi tarafından tutulmuş.  
Ben bu sabah izledim haberi ve aynı anda onlarca düşünce üşüştü beynime.
Bir anda küçük kızı düşündüm, annesini, babasını, annesinin kızını emanet ettiği teyzeyi, temizlik işçisini, temizlik işçisinin ailesini düşündüm…
Hani hiçbir şeyi boşuna yaşamıyoruz ya hayatta, 4 yaşında bir çocuk ne öğrenecekti bu kazadan? Acaba onun öğreneceği değil de öğretecekleri mi vardı?
Anne şükrediyordu kızı hayatta diye. Peki, içinde şükürle karışık bir öfke oluşmuş muydu kardeşine karşı? Bir suçlama mı vardı, “kardeşim o uyurken çıkmış evden, kapıyı kitlemeyeydi!” derken…
Baba kızgın mıydı karısına, baldızına ve minnet yüküyle eziliyor muydu acaba temizlik görevlisine karşı?
Ya o baldız, vicdan yüküyle eğilmeye başlamış mıydı şimdiden, yoksa ömür boyu kendini affedemememin cezasını verecek miydi kendine?  …ve bununla yaşayabilmek için ablasına ömür boyu taviz mi verecekti? Yoksa saldırı en iyi savunmadır deyip huysuz, hırçın, bencil rolü mü üstlenecekti? Öğrenip büyüyecek miydi, öğrenemeyip benzer olayları çekecek miydi kendine? Sonra da “kör talihim kara bahtım hep beni mi buluyor böyle talihsizlikler” deyip dert yanacak mıydı Allah’a?
Olaydaki en şanslı kişi gibi gözüken temizlik görevlisi neler yaşıyordu içinde? Ne pahasına olursa olsun kendi canını hiçe saymakla bir karmadan mı kurtulmuştu? Yoksa şimdi bu insanlık namına yaptığı hareket onu kibirle mi yüzleştirecekti? Gelen tebrik telefonlarını “tabii ben yaparım zaten böylesini, sen olsan tırsar kaçardın” inancıyla mı karşılayacaktı, yoksa şükürle, sevgiyle, tevekkülle mi?
Temizlik görevlisinin ailesi ne öğrenecekti bu olaydan? Kim bilir belki de bugüne kadar saygı ve sevgi hissetmeyen bir karısı vardı da bu olay olunca bir farkındalık mı oluşacaktı kadında, evet ya evimizde eksiklerimiz çok ama yüreği zengin bir kocam var mı diyecekti? Ya çocukları babalarının gücüyle yaşama karşı isimlendiremedikleri korkularının birinden bile olsa kurtulmanın hafifliğini mi yaşayacaklardı acaba yoksa egonun esiri kibir ben geldim deyip pervasızca zihinlerine koza mı yapacaktı?
Diyorum ya onlarca düşünce, soru, varsayım üşüştü bir anda beynime!  Soruların hiç birinin cevabını bilmiyorum, bilmem de gerekmiyor, bu kadar soru olmalı mı o da tartışılır! Sadece bildiğim ve inandığım tek bir şey var; her ne yaşanıyorsa şu anda, herkes için farklı bir değeri, farklı bir amacı var! …ve biz tek bir pencereden değil de onlarca, binlerce pencereden bakmaya niyet ettiğimizde evrenin gerçeklerine yaklaşacağız adım adım kendi doğrularımızdan sıyrılıp bir bir.
Bugün kendi pencerenin yanındakine geçip oradan da bakmaya var mısın benimle?
Sevgiyle kalın.

Ebru Tolan Karahasanoğlu